Yazar: Beste DÖĞER – Klinik Psikolog – Zihin & Davranış (Klinik Psikoloji)
“Onlar nasıl bu kadar mutlu, başarılı, özgüvenli olabilirken ben böyle hissediyorum?”
Bu soru, dijital çağın görünmez ama yaygın salgınlarından biri olan kıyaslanma sendromunun
temelini oluşturuyor. Modern insan, artık sadece yaşadıklarıyla değil, başkalarının
yaşadıklarına bakarken hissettikleriyle de baş etmeye çalışıyor. Bu makalede, sürekli
karşılaştırma döngüsünün bireysel psikoloji üzerindeki yıkıcı etkilerini ve kıyasın
hayatlarımızda nasıl sessizce zehre dönüştüğünü inceliyoruz.
Görünenin Ötesi: Parlak Hayatların Gerçek Bedeli
Sosyal medya, artık bir iletişim aracı olmanın ötesinde, bireylerin kendilerini temsil ettikleri
bir sahneye dönüştü. Bu sahnede herkes mutlu, üretken, güzel ve başarılı görünüyor. Ancak
gerçek hayat sahne arkası gibidir: dağınık, çelişkili ve iniş çıkışlarla doludur. Ne var ki,
insanlar başkalarının sadece “en iyi versiyonlarıyla” karşılaşınca, kendi doğal hâllerini
yetersiz, sıradan ve önemsiz hissetmeye başlıyor. Bu karşılaştırma, zamanla içsel bir
kıyaslamaya, ardından ise kişisel değer algısında düşüşe yol açıyor.
Sürekli Karşılaştırma: Kimliğe Açılan Bir Savaş
Sürekli kıyas yapmak, kişinin iç dünyasında görünmeyen ama derin izler bırakan bir iç savaş
başlatır.
- Kendi başarılarımızı küçümseriz.
- Yaşamımızı “yetersiz” hissederiz.
- Değerimizi başkalarının hayat standartlarına göre ölçmeye başlarız.
- “Ben neden onun kadar başarılı değilim?”
- “Neden onlar bu kadar mutlu, ben değilim?”
Bu sorular zamanla bireyin özgüvenini aşındırır, benlik saygısını zedeler ve depresif düşünce
yapılarının beslenmesine neden olur. Özellikle genç bireylerde kimlik gelişimini sekteye
uğratabilir. Çünkü birey, kendi başarılarını küçümserken, başkalarınınkini abartılı ve
ulaşılmaz hale getirir.
Onay Bağımlılığı: Beğeni Uğruna Kaybolan Benlik
Modern insan artık sadece yaşamıyor; aynı zamanda görülmek, onaylanmak ve takdir edilmek
istiyor. Bu ihtiyaç, özellikle sosyal medya üzerinden sürekli güncellenen bir ‘beğeni
ekonomisi’ yaratmış durumda. Paylaşımlarımızın aldığı etkileşim, günümüz dünyasında
değerli hissetmenin ölçütü haline geliyor. Bu durum da içsel onayı, dışsal kaynaklara bağlama
eğilimini artırıyor. Zamanla kişi, kendi değerini yalnızca başkalarının geri bildirimleriyle
ölçer hale geliyor. Sosyal medya, görünürde bireyselliği teşvik ederken aslında kitleye onay
arama ihtiyacını körüklüyor.
- Paylaştığımız bir fotoğraf kaç beğeni aldı?
- Hikâyemize kimler baktı?
- Bir başarımız yeterince “göründü” mü?
Bu sorular, zamanla içsel doyumu dışsal kaynaklara bağlamamıza neden olur. Beğenilmek,
onaylanmak ve fark edilmek, varoluşsal ihtiyaçlara dönüşürken; kişi kendi benliğinden
uzaklaşmaya başlar.
Yansıtılan Mutluluk, Gerçek Yalnızlık
Dijital ortamda “mutluluk” en çok paylaşılan duygu olsa da bu durum gerçek yaşamla
örtüşmeyebilir. Başkalarının başarılarını, ilişkilerini, bedenlerini idealize etmek, bireyde
yalnızlık ve yetersizlik hissini artırır. Aslında herkesin gösterdiği sahne farklı, yaşadığı kulis
başkadır. Ancak bu ayrım çoğu zaman göz ardı edilir. Kıyasın yarattığı psikolojik baskı
sadece yetersizlik hissiyle sınırlı kalmaz.
Değersizlik
Anlamsızlık
Huzursuzluk
Sosyal izolasyon
duyguları bu sürecin parçası haline gelir. Özellikle “hayat kaçıyor” hissiyle gelen telaş ve
zaman baskısı, bireyin kendi hayatının ritmini bozar. Mutluluk sürekli ertelenen bir hedefe
dönüşür: “Ben de onlar gibi olursam mutlu olacağım.”
Sessiz Zehri Fark Etmek: Kıyas Döngüsünden Nasıl Çıkılır?
Bu döngüden çıkmak için kıyasın doğasını fark etmek ilk adımdır. Her bireyin yaşamı,
geçmişi, kaynakları ve değerleri farklıdır. Kendi yolculuğumuzu başkalarının haritasıyla
kıyaslamak, yanılgıdan başka bir şey getirmez. Kıyaslama eğilimini tamamen yok etmek
mümkün olmayabilir. Ancak farkındalık, en güçlü panzehirdir. Bu süreçte:
- Kendi yolculuğuna odaklanmak, gerçek ve dijital hayatın ayrımını yapmak,
- Dijital detokslar uygulamak, sosyal medyada geçirilecek zamanı sınırlandırmak,
- Başarıyı dış dünyaya göre değil, içsel tatmine göre tanımlamak,
- Gerçek sosyal ilişkileri güçlendirmek,
- Kendine dair farkındalık geliştirmek,
Sonuç
Kendin Olma Cesareti
Kıyasın sessiz zehri; görünmez ama derin bir yaradır.
İçten içe işler, bireyin özdeğerini aşındırır. Ancak bu zehrin panzehri, yine bireyin içindedir:
kendi kimliğini, değerlerini ve başarı tanımını yeniden keşfetmek. Başkalarının hayatına
bakarak değil, kendi hayatımıza dürüstçe bakarak gerçek doyuma ulaşabiliriz.
Belki de en büyük özgürlük, kendimiz olmaya cesaret etmektir.





